Deneme Yanılma

SÜVEYDA

Ersin Niyaz

11/15/202413 min read

Günler gündelik hayatın tekdüzeliğinde devam ederken Kalina tekrar gelmek istediğini söyledi. Takvimler şubat ayını gösteriyordu ve o mart gibi tekrar gelmek istiyordu. Önce “Yok, gelme” demek istedi Mustafa ama gelsin de istiyordu. O geçirdikleri bir hafta ne kadar da güzel olsa, damakta tat dahi değildi. Oysa o onu daha iyi, daha yakından tanımak istiyordu. Mustafa’yı onu daha yakından tanımaya iten sebeplerden birisi de sohbet aralarında “Ben iyi şeylere sahip olmayı hak etmiyorum”, “Ben kötü biriyim” gibi temelini bir yere dayandıramadığı cümleler kurmasıydı. Gizemli bir tarafı vardı. Niye böyle dediğini, neden kendisine olan öz saygısının düşük olduğunu merak ediyordu. Ve tabii kendine karşı söylediklerini aşırı ve bir hüsnü kuruntu olarak görüyordu. Ama gene de bir “Acaba mı?” yok değildi. Tekrar gelmesi üzerine konuşmaya başladılar. Bazı sohbetlerde, gelse nasıl yapar, nasıl finanse ederler gibi konuları konuşup netleştirmeye çalışıyorlardı. En sonunda konaklamayı Kalina’nın diğer masrafları Mustafa’nın karşılaması koşuluyla tekrar gelmesine karar verdiler. Takvimi de mart sonu olarak belirledi. 25 Mart’ta gelecek 31 Mart’ta da dönecekti Kalina.

Öyle de oldu. İlkinin aynısı bir hafta daha geçirdiler. Lakin sanki birbirini uzun zamandır tanıyan iki insan gibi. Vakit geçirilen yerler, yenilen yemekler, kalınan semt aynıydı ama tutumlar, davranışlar tamamen farklıydı. Sanki çok uzun zamandır birbirini tanırmışçasına konuşup, hareket ediyorlardı. Mesela daha ilk gün “tamam diğer masrafları sen karşılayacaksın, öyle anlaştık ama bu da sende dursun belki ihtiyacımız olur” dedi ve hatırı sayılır bir miktarı Mustafa’ya verdi Kalina. Başka bir ilişkide aylar alacak para mefhumunu konuşmak onlarda haftalarla geçilmişti. Ne tesadüftür ki ikinci seferde de gene adını bir şarkıdan alan bir otelde konaklamışlardı. Tuana Hotel. İkinci buluşmanın en güzel anısı beraber geçirecekleri bütün zamanda duvarlarını süsleyecek olan, Eminönü’ndeki Yeni Cami önünde çektikleri, o göz göze ve Kalina’nın Mustafa’ya dişlerini sinirliymiş gibi sıkarak baktığı ama aynı zamanda gülmemek için kendisini zor tuttuğu fotoğraftı. Sonra o fotoğrafı gören neredeyse herkes aşkın saf halinin fotoğraflandığı yorumunu yapmaktan geri durmamıştı. Mustafa’nın da kendini beğendiği nadir fotoğraflardandı. İlk buluşmadan sonra arada geçen zamanda o ilk buluşmada çiçek almayarak yaptığı gafı, her detayı tamamen ona özel ve Mustafa tarafımdan tasarlanmış, ilk buluşmalarında gezdikleri tarihi yerlerdeki Kalina’nın o çok beğendiği lale motiflerine oyulmuş, içinde adı yazan ahşap bir abajur yaptı onun için. Tam iki ay sürdü bitirmesi. Mustafa hediye alırken ve verirken etiketinden ya da markasından ziyade hediye için harcanan emeğe ve zaman dikkat ederdi. O yüzden o hediyeyi vermek Mustafa için çok değerliydi. Kalina minnetini hiç saklamasa da el işçiliğinin kusurları hakkında yorumlar yaparken endüstriyel beklentilerinin bir sinyalini vermişti aslında.

Böyle geçti ikinci buluşma, özünde pek bir değişikliği barındırmasa da Mustafa için birçok şeyi değiştiren bir buluşma olmuştu. Her şeyden önce artık ayran gönüllü, oryantal seven ve macera arayan bir kadın ile muhatap olmadığına kesin emindi. Söylemlerinde, tavır ve davranışlarında basit ilişki oyunları için fazla stabil olduğunu gösteren bir sürü delil vardı. Kendisi de açık açık söylüyordu. Mahkemede bitirmeye çalıştığı evliliği ailesi istediği için, onlar uygun bulduğu için yapmış ve evlilik süresince bir gün bile mutlu olmamış. Bu yüzden yeni bir ilişkiye başlayacaksa kendi istediği, sadece kendisinin karar verdiği bir ilişki olsun istiyordu. O zaman Mustafa’ya öyle anlatmıştı. Mustafa da gayri ihtiyari onu hayatına giren kadınlarla kıyaslıyordu. Ne birisi gibi “Ben garson ile evlenmem” demişti, ne de öteki gibi “Ben seni bekleyemem”. Deniyordu, tabiri caizse tartıyordu sohbetlerde Mustafa. Çünkü onun da bazı planları vardı. Hatırlarsınız Alter ile Batı Bekçisinin nasihatlerini. Ve daha ilk gördüğünde kendine ne dediğini. Mustafa da yarı bilinçli yarı farkında olmadan evlenip çocuk sahibi olabileceği o kadını arıyordu. Ve o ikinci buluşma onu ikna etmişti. Evet, mükemmel değildi, tıpkı Mustafa gibi. Zaten onu kendine yakın bulması da ondan mütevellitti.

Mustafa’da çok şey değişmişti, artık emindi. Onun için Kalina tamamdı, aradığı kadın oydu. Tek bir eksik nokta vardı o da Mustafa onun için tamam mıydı? Söylemlerinde ve davranışlarında “Tamam” diyordu ama Mustafa önce bir görsün istiyordu. Nerde doğdu, nerde büyüdü, o aslında kimdi. Ama Mustafa artık alacağı aksiyonları hayatının devamında o varmış, onunla devam edecekmiş gibi almaya karar vermişti.

İkinci buluşmadan geri döndüğünde nisan ayı da gelmişti. Onun için yeni bir iş arama sezonunun başlangıcıydı. Mustafa normalde iş arama jargonunu bilen bir adam değildi. Son Medysun macerası hariç çalıştığı bütün işler onu bulmuştu. Hep yöneticileri tarafından işletmelere yönlendirilmiş ya da kurulan yeni ekipler için teklif almıştı. Ama artık yaptığı işin aile hayatına uygun olmadığını düşünüyordu, fikrince daha aileye uygun bir iş bulmalıydı. Restoran ya da bar yönetmek havalı ve sevdiği bir iş olsa da ne gecesi, gündüzü vardı ne de toplumda bir itibarı. Beren’nin annesinin “Ben garsona kız vermem, boşuna heveslenme” deyişinin ruhunda bıraktığı kekremsi tat hala orada duruyordu sanki. Neyse ki çok fazla ne yapacağını düşünmesine gerek yoktu. Lise diploması onu Gıda Teknikeri statüsüne sokmuştu. Ve restoranda çalıştığı zamanlarda bu iş zaten günlük görevlerinin bir parçasıydı. O yüzden o iş denemeye karar verdi. İş bulma sitelerinde kendine bu iş için bir profil oluşturdu.

Bu arada da aradan geçen onca zamana rağmen bağının kopmadığı, askere giderken onu evden alıp askeriye kapısına bırakan can dostu Samet’i görmeye Çeşme’ye gitti. Samet orda üniversitede okuyordu. Arada bir gidip onu ziyaret etmek, beraber vakit geçirmekte rutin, yılın bir haftasıydı.

Dönüşünde Bodrum girişinde Blue Dreams adında beş yıldızlı bir otele gıda teknikeri olarak iş görüşmesine gitti. Otelin şef aşçısı ile yaptığı görüşmede Mustafa’nın iş için uygun olduğunu ve maaş olarak ona, o günün asgari ücreti olan 950 liranın 100 lira fazlasını verebileceğini söyledi. Bu kadar düşük bir rakam telaffuz etmesinin sebebi ise mühendis değil tekniker olmasıydı, eğer mühendis olsaymışım 1.500 lira verirmiş. Resmen mühendis olmadığına şükretti Mustafa, adamın fakültede geçecek her yıl için uygun gördüğü rakam kallaşık 100 lira idi. Neyse. Kabul etti. Çok geçmeden anlayacaktı ki başka bir dala geçmekten sonra, aldığı ikinci yanlış karar da bu işi kabul etmekti. Yaptığı hatanın farkına varması sadece iki gün sürdü. Bazen bazı mekanlar bir beden küçük gelirdi. İki gün çalıştıktan sonra, ki o bir çalışma değil sadece ön hazırlık aşaması idi. Otel açılmadan hazırlık evresinde inşaat, tadilat, temizlik gibi birçok işi yapmak turizm çalışanı için alışıla gelmiş bir durumdu. Mustafa da daha önce her sezon öncesinde yaklaşık bir ay önce işe alınarak bu gibi işlerde çalıştırılırdı. Lakin bu işte aktif bir aşçı yardımcısı ya da bulaşıkçı gibi çalışma talep ediliyordu. Bu gibi işleri yapmakta bir sakınca yoktu, gocunmadan yapacağı işlerdi, ama Mustafa başlarken kafasında oluşturduğu şablonda toplumda kabul görecek bir iş olarak tanımlamıştı yapacağı işi. Burada ise işe alındığı pozisyon sadece yasal zorunluluklardan dolayı kâğıt üzerinde var olan bir pozisyon gibiydi. Zira iki gün boyunca Mustafa’dan tek istenen kazan yıkama, fayans silme ya da aşçıların vereceği harici direktifleri yerine getirmesiydi. İki günün sonunda biraz da erken bir kararla ayrılmaya karar verdi. Erkendi, çünkü Mustafa’nın yeni kişilere ve iş ortamlarına adaptasyonu bir haftadan sonra başlardı. Ama o otelde iki gün içinde kendine dair yegâne keşfi, sevmediği bir işi yapması mümkün değildi. O iki günden sonra bir gün bile sevmediği bir işi yapmadı. Yapmak zorunda olduklarını ise sevmeyi öğrendi.

O deneyimden sonra eski profesyonel kariyerine geri dönmeye karar veri. Ama bu biraz geç alınmış bir karardı, çünkü çalışılabilecek işletmeler kadrolarını nisan ayı içerisinde oluşturmuş olurlardı. Mayıstan sonra iş arayan firmaya evet demeden iki kere düşünmek gerekti. O sebepten sezonu daha açmamış Bodrum Gümüşlük’de Arion adında bir butik otelin teklifini kabul etti. Restoran ve bar sorumlusu olarak çalışacaktı, tüm organizasyon ona ait olacaktı ve üstünde bir F/B müdürüne bağlı olacaktı. Bahse konu müdür ve Mustafa hemen başlayacaktık sonra bir ekip kurulacaktı. En azından Mustafa’ya söylenen buydu. Üç haftanın sonunda işletmeye bir müşteri bile bulunamadı, Mustafa ve müdür sadece patronların yemeklerine bakıyor ve fiziksel bir takım ön hazırlıklar yapıyordu. Lakin yılların verdiği tecrübenin kulaklarına fısıldadığı; kalmaları taktirinde maaş alamayacaklarıydı. F&B Müdürü Kayahan ile ortaklaşa ayrılma kararı aldılar. Kayahan’ın ücretini alamaması kararın ne kadar doğru olduğunu ispatlar nitelikteydi. Mustafa için bu maceranın tek artısı Kayahan gibi kaliteli bir insan kazanmak oldu. Sonrasında Mustafa’ya çok yardımları oldu.

O arada eski çalıştığı Maitre d’Hotel Tahir boşta olduğunu öğrenince Mustafa’yı aramıştı. Bodrum Güllük’te Hermiyas adında bir gece kulübü ile anlaştığını, bar şefi olup olamayacağını soruyordu. Mustafa ilk baştaki hedefinden giderek uzaklaşıyordu ama başka çare yoktu. Haziran ayında iş bulmak kolay değildi. Ki işletme 2003 ve 2004 sezonlarında çalıştığı, lise stajını tamamladığı Corinthia Hotel’in bir parçasıydı. 2004 sezonunun son bir ayı macera olsun diye o gece kulübünde de çalışmışlığı vardı. Hem işletmeyi hem Tahir’i bildiği için fazla düşünmeden “Evet” dedi. Ama işler bir kere ters gitmeye başlamıştı ve 2012 yaz sezonu kendisini Mustafa için ‘kara sezon’ olarak yazdırmaya ant içmiş gibiydi. Orada turizm hayatı boyunca karşılaştığı en cahil ve yönetimden bihaber işletmeci ile karşılaştı. Recep Tümer. Kırk gün yanında çalıştı. Otuz günün sonunda maaş ödemesi gerekirken kırkıncı günde “Para yok, iş yapamıyoruz. Maaşları sezon sonu toplu ödeyeceğiz” dedi Recep. Bu resmen insan aklı ile alay etmekti. Rusya’dan özel revü ve kadrolu dansçı getirecek kadar parası vardı ama maaş ödemesi yapamıyordu. Adam resmen Mustafa’nın karşı olduğu tüm kavramların buluşma noktası gibiydi. Siyaset konu olduğunda en Türkçü, din konuşulduğunda en ehli müslim o oluyordu. Ama o güne kadar geçen on yıllık çalışma hayatı boyunca, emeğimin üstüne hiç gocunmadan yatan da gene oydu. Ne dine ne töreye saygısı vardı. O günden sonra bir ekmek almaya gücünün yetmediği günler yaşadı Mustafa. O hakkını hiç helal etmedi.

Kalina ile anbean iletişimleri devam etmekteydi. Mustafa farklı işletmelerde çuvallarken o da yaz tatilini planlıyordu. Bodrum’a gelmek istiyordu. Tekrara düşmemek için bir cümle ile geçelim. Üçüncü kere masrafları Kalina’nın karşılamasıyla tekrar buluşma kararı aldılar. Ortakent’te Nagi Beach adında bir otele 8 Temmuz girişli rezervasyon yaptırdı Kalina.

Bu evrede Mustafa’nın şanssızlığından kaynaklı kendine olan inancını yitirmesi çok da zor olmayacaktı ama o sürekli Mustafa’yı pozitif tutuyordu, yeni bir şey denediğini ve bunun böyle sonuçlarının olmasının normal olduğunu sürekli hatırlatıyordu. Mustafa gelip görmesini istiyordu, ailesi kim, Mustafa kim. Çünkü turizmde çalışan olarak geçirdiği zaman ona Avrupa refah seviyesi ile Türkiye’de onların yaşadığı standartların ne kadar farklı olduğunu çok iyi göstermişti. İleride çıkabilecek muhtemel bir tartışmada herhangi bir kıyas ya da yalan olsun istemiyordu Mustafa. Sonuncuya gene masrafları Kalina’nın karşılamasını kabul etmesinin ilk sebebi Kalina’nın ısrarı, ikincisi ise Türkiye standartlarını içine girip gördüğünde Mustafa ile ilgili fikrinin değişeceğini düşünmesiydi. Bu haklı ama çok geç tezahür eden bir öngörü oldu.

O tarihe kadar gene ailesinin yanına döndü Mustafa. Gece kulübünde çalışırken ehliyet almaya karar vermişti. O aralar “Kanun değişecek, stajyer sürücü ehliyeti gelecek” söylentileri çıkmıştı ve yersiz bir masrafa daha girmişti.

8 Temmuz günü Durmuş ile Kalina’yı Bodrum havaalanından aldılar, Durmuş onları kalacağı otele kadar bıraktı. Orada on dört gün. belki de ileride yaşanacak olan ilişkinin en güzel günlerinden bazılarını geçirdiler. Bu zaman zarfında bir gün de onu ailesi ile tanıştırma fırsatı oldu Mustafa’nın. Anne ve babası da her ne kadar belli etmeseler de heyecanlıydılar. Mustafa yirmi altı yaşındaydı ve ilk defa eve bir kız arkadaşını getiriyordu. Artık ikinci buluşmadan sonra zaten muhabbet sevgili kıvamındaydı. Ama ilk andan bu yana ikisinin de aradığı bu değildi. Köye varana kadar her şeyi hayranlıkla izleyip, içten sorularla çevreyi tanımaya çalışıyordu Kalina. Mustafa defalarca o yolları yaya kat etmişti ama hiç o kadar detay merak etmemişti. Kalina’nın orada olmaktan aldığı haz o kadar barizdi ki neredeyse gözle görülebilirdi. Eve vardıklarında iki taraf da sanki evrensel ve Mustafa’nın anlamadığı bir dil konuşurmuşçasına, sanki birbirini uzun zamandır tanırmışçasına sıcak karşıladı birbirlerini. Mustafa’nın fakirlik diye tanımadığı şey ona oryantal geliyor ve mekâna, eşyalara kısacası her şeye hayranlıkla bakıyordu. Otururken dahi Mustafa'nın yanıbaşına oturdu. Orada bulunan herkese bilinç altından “Bakın biz birlikteyiz, beraberiz, biriz” mesajı vermeye çalışıyor gibiydi. Açıkçası Mustafa halinden memnundu. “Lüks içinde yaşayan birisi bu hayatı tolere edemez, nasılsa kibarca uzaklaşır” diye kabul ettiği üçüncü buluşma başka bir yere gelmişti. Öğle yemeğini evde yediler ve akşamı Akbük’te deniz kıyısında, teyzesinde geçirmek için yola çıktılar. En gençleri olduğu için midir, çocukken çok zaman geçirdiğinden midir, annesine benzediğinden midir bilinmez o teyzesi diğer ikisinden bir tık daha teyzeydi Mustafa için, daha anne yarısıydı. O sebepten o da o fotoğraf kadrajında olsun istedi.

Tatil bitti, Kalina eve döndü. Mustafa’nın ailesiyle tanıştıktan sonra bu sefer de onu bir endişe kaplamıştı. Köydeki sıradan hayat ona o kadar normal gözükmüş olacak ki o ziyaret ve tanışmadan sonra bu sefer de o Mustafa’yı ailesi ile tanıştırmak istediğini söylemeye başladı. Sürekli ailesinden bahsediyor, Mustafa’ya gençlik ve çocukluk fotoğraflarını gönderiyordu. Onu Polonya’ya davet etmek istediğini söylüyordu. Artık ortak bir yaşam konuşmaların ana konusu haline gelmişti. Ama Mustafa’nın iş sorunlarını bildiği için yüksek sesle “Hadi gel” diyemiyordu. Zaman kavramını katmadan “Gelmelisin, sana göstermek istediğim şeyler var, burada olsan beraber giderdik, yapardık” gibi imalarla belli ediyordu niyetini. O geri dönünce Mustafa da evde boş oturmamak için -ne iş olsa yaparım- diyerek iş aramaya tekrar başlamıştı. İşi bulunca söyleyebildi “Gelsen, sen de benim ailem ile tanışsan” diye Kalina.

Kayahan abiliğini yapmış ve olmayan bir pozisyon açarak çalıştığı Venosa Beach&Resort Hotel’de ona bir iş ayarlamıştı. Uzun bir ardan sonra orta düzey yöneticiliği bırakıp aktif garson olarak çalışmak biraz zor geldi ilk başta, üstelik on altı saati bulan mesailer de cabasıydı. Ama Mustafa bir gaye için emek verince ayağının su toplamasını ya da kas spazmlarını pek fazla umursamadı. Pasaporta orada işe başlamadan önce başvurmuş ve almıştı. Evet yirmi altı yaşına kadar hiç pasaporta ihtiyacı olmadığı gibi, tatil vesaire amaçlarla dahi yurtdışına çıkmayı hiç düşünmemişti. O “İngiltere vatandaşlığı için ölümü göze alan Antalya garsonu” geyiğini bilirsiniz. Mustafa on yılı bulan turizm tecrübesinde o kişilerle birebirde tanışmış ve çalışmıştı. Türkiye’de turizmde çalışan dört bekardan üçü yurtdışında yaşama hayali kurar. Diğer birinin de hayal kurabilme yeteneği yoktur zaten. Arada Mustafa gibi vizyonsuz (!) numuneler vardır yaşadığı hayattan memnun olan. O numuneler kendi çöplüğünün horozu olmayı sever. Elin sarayları pek bir şey ifade etmez onlar gibilere.

Pasaportu alınca sadece vizeye başvurmak kalmıştı. Onun için de eylül ayının başına randevu aldı. Eylül başında vizeye başvurup, aldıktan sonra yapacak tek şey bilet tarihi olan 24 Eylül’ü beklemekti.

Ankara’ya vize işlemleri için gittiğinde VFS Global firmasının internet sitesinde yazan sigorta ibaresini yanlış anladığı için zaten hayat sigortası var olduğundan tekrar bir sigorta yaptırmamıştı. Vize başvurusu esnasında başvuruyu alan görevli evrakların eksik olduğunu, seyahat sigortası yaptırması gerektiğini söyledi ve onu bir masaya yönlendirdi. Buraya kadar her şey yolundaydı ama o vize için gerekli masrafları karşılamaya ucu ucuna yetecek bir avans çekmişti. Bu sigorta ücreti o hesabın içinde olmadığından evdeki hesap çarşıya uymadı. Acil nakit para bulması gerekiyordu, çünkü randevu gününü geçirmesi demek on beş gün gecikme demekti, o işi o gün halletmeliydi Mustafa. İki ihtimali vardı ya asker arkadaşı, badisi Okan’ı arayacaktı ki onun o gün müsait olmadığını biliyordu ya da uzun zamandır yüz yüze görüşemediği ama aralarındaki bağın hiç kopmadığı liseden arkadaşı Veli’yi arayacaktı. Veli’yi aramak o an daha mantıklı geldi. Aradı ve “Vize işlemi yaptırıyorum ama param çıkışmadı, 100 lira eksik” dedi. “Neredesin?” dedi Veli. Adresi verdikten yarım saat sonra para ile oradaydı. Ve o para borç değildi. O gün bir kere daha anladı Mustafa ne kadar güzel dostlar biriktirdiğini.

Mustafa Ankara dönüşünde de işe devam etti. Vizeyi bekleyip bilet gününü sayarken bir de ilk defa soğuk bir coğrafyaya gidecek olmanın getirdiği bilinmezlikle yaz ayında pardösü bulması gerekiyordu. İlk defanın endişesi, ilk defanın bilinmezliği ve ilk defanın heyecanı, Mustafa bu konularda yeteneksiz olduğu için onda sadece boşluk vardı. Bilerek beklentilerini sıfırda tuttu hep. O zamana kadar nerede olduğu sorulsa Doğu Avrupa diye geçiştireceği bir ülkeden aniden beklentilerde bulunmak saçma olurdu. Mustafa daha çok Kalina’yı kendi şehrinde, evinde tanıyacak olmakla ilgileniyordu. Mustafa’nın Kalina’nın ona anlattıklarına karşın ailesi ile ilgili artı ya da eksi herhangi bir öngörüsü ya da beklentisi yoktu. Sonra da hiç olmadı. Ülkelerine davet etmeleri kibar insanlar olduklarını yeterince kanıtlıyordu bu da onun için yeterliydi.