Esme ile Zelda
Cennette bulunduğuna inanılan ve dalları bütün diyarı gölgeleyen ilâhî ağaç Tuba’nın dallarından kopup gelen bir hikaye.
HIKAYE
Ersin Niyaz
10/3/20243 min read


Cennette bulunduğuna inanılan ve dalları bütün diyarı gölgeleyen ilâhî ağaç Tuba’nın dallarına tuğçe denen bir serapta, öteki dünya gibi bir yerde başlamış aslında hikaye. Bu öteki dünyada, asuman göz alıcı şekilde sade, adeta nurdan yapılmışçasına prüssüzmüş. Yağmur düşerse gökten funda olur, denize dökülen büyük bir ırmağa dönüşürmüş. Ve bu diyardaki kadınların doğaüstü ve hayran olunası güzelliklerine Tansu denirmiş.
Zaman zuhur içinde bu diyardan Esme adında sevde bir esmer güzeli hülyasında bir büşra, müjdeli bir haber almış. Devlet gibi kut bir talihe vakıf olacağı ve esra olup insanlara karanlıkta yol göstereceği kendisine salık verilmiş.
Bu hülyadan uyandığında Esme kendisini Türklerin İdil dediği Volga Nehrinin kenarında, avucunda içten ve saf aşk için yazılmış bir kısa şiir ile bulmuş. Tan su gibi berrak görünse de daha vakit seher, gün de daha doğmamışmış. Etrafına bakınıp tüm olanı biteni anlamaya çalışırken yanı başında açmış bir Mahmur Çiçeği çiğdem dile gelmiş ve sesindeki hoş nağmeli ezgi ile kendisine “hoş geldin Esme” demiş ve başlamış anlatmaya:
“Seni hükümdarın anası Ümmühan çağırdı buraya. Buralarda zeynep bir mücevher vardır, hükümdarın kızı Zelda mutluysa bu mücevher parıl parıl parlardı. Ki bu han soyundan gelen neslihan çocuk bu hanedanın soyundan gelen son hamide kişidir. Işte bu huzur sebebi, güzel, kibar kız karanlıkta yolunu kaydettiğinden beri mücevher sanki Zuhal yıldızı gezegenlere ışık veren o ulu gök cismine küsmüş de ışığını beğenmezmiş gibi soluk ve karanlık. Hükümdarın annesinin dileği kabul gördü ki sen geldin. Bu karanlıkta kıza bir ışık olasın, yol gösteresin”.
Esme içine düştüğü ahvali idrak etmeye çelırken bir yandan, sormuş “peki ben bu kızı nerde bulabilirim.” Mahmur Çiçeği devam etmiş “gerdanını dolanan zarif ipek şalına sarın ve yükünü şala bırak. Buradan denize doğru esen meltem seni o kızın diyarına taşıyacaktır” demiş.
Çiçek daha sözünü bitirmeden ipek şal kendisini hissetirmiş ve Esme’yi sarmış. Bu sarmalama kızı bir karahindiba tohumu kadar hafifletmiş. Rüzgar da bu zerafete kayıtısız kalmamış ve Esme’nin ayaklarını yerden kestiği gibi bulut rengi bir ebru semadan hünkarın diyarına doğru esmiş.
Esme hünkarın kızını gördüğünde oracıkta anlamış ki yüreği serçe gibi narin bu kızın yegane derdi endişe. Kız sanki yüz yıldır gülmemiş. Sanki çocukları yiyen mitolojideki o iblis Lamia sadece onun gördüğü bir camın ardından sürekli onu izlemekte. Kız Esme’yi görünce dilinin bağı çözülmüş ve anlatmış. “Her gece rüyamda sabah oluyor ama güneş doğmuyor. Karanlık ve sisli yollardan geçip bir kapının önüne geliyorum. Kapıda ‘Inferno V’ yazılı. Beş Numaralı Cehennem denen bu yere girmek zorundayım ama içerideki kasveti kaldıramıyorum” demiş.
Kızın hüznünü içinde hisseden Esme, bir canlının duyabileceği bütün empatiyle küçük kıza “Seval” demiş. “Hayat sana ne verirse almadan önce sev. Çünkü hayatın kendisi kötü değildir. Insan anladığı ve yorumladığı kadarıyla iyiye veya kötüye karar verir. Sen nurdan ol, kendini sevdir ve sevgiyle yaşa. Zira bu meziyet seni diğerlerinden üstün gösteren niteliktir. Hayat seni herdaim cehennemden beter kapıların önüne getirecektir. Ama aynı hayatın içinde cennete açılan kapılar da vardır. Beliki bana inanmayacaksın ama chennem kapılarında çok daha fazladır hem de. Cehennemin kapısından girip acı çekmekte, bir cennetin keyfini çıkartmak senin kendi elinde. Hayat özünde bir panaromadan ibaret. Manzaranın içinden çıkıp, dışından izleyebildiğin kadarıyla sana zevk verir.”
Küçük kız Esme’nin söylediklerini duyduğunda o nezihe gülüşü yüzünde tekrar belirmiş ve mücevher tekar parlamaya başlamış. Esme kıza veda ederken diyarındaki o ulu ağacın dalından bir kabuk bırakmış. Kız ondan sonra bilmiş ki eğer o kabuk ateşe düşer de miski serap diyara uçarsa Esme hep yanında olacak, yoluna hep ışık tutacak.
Esme de ipek şalına sarınmış, meltem esintisinde salınırken kendisni tekrardan gökyüzü o tanrısal güç ile parlayan diyarında buluvermiş. Ve o sırada nehir kenarında uyandığında elinde bulduğu o kısa şiiri hatırlamış.
Devrilse de bütün dikili taşlar
Döküse de gözdeki tüm yaşlar
Unutmaki cennete giden tek yol
Bir kadının tebessümünde başlar