Gökdöğen Diyarı

Dev yusufçuklar diyarı olan Gökdöğen, Hexapodalılar olarak bilinen istilacı bok böcekleri tarafından işgal edilir. Kral Kargu Lampa işgali sonlandırmak için insanlardan yardım ister. İnsanların ise tek yaptığı fitne ve vesvesedir.

HIKAYE

Ersin Niyaz

3/25/202513 min read

Dev yusufçuklar diyarı Gökdöğen, yüzyıllardır Kral Kargu Lampa tarafından adaletle yönetilmekteydi. Yusufçuklar toplum düzenine saygılı ve uygar böceklerdi. Huzur diyarın en ücra köşelerine kadar sirayet etmişti; diyarın canlıları mutluluk içinde yaşamaktaydı. Ta ki bir gün karanlık bir diyardan bir kapı açılıp Hexapodalılar, Gökdöğen diyarına gelene kadar. Dışkı ile beslenen bu düşman karakterli yaratıklar yusufçuklar kadar iyi uçucular olmasa da uçabilen canlılar olduğundan kısa sürede diyarın dört bir yanına dağıldılar. Gökdöğen diyarındaki bu istila bir müddet sonra büyük dışkı toplarına dönüştü. Hexapodalılar beslenmek ve yuvalarını inşa etmek için diyara büyü dışkı topları taşımaya başladı. Yusufçuklar artık uçarken aşağıda yeşil çayırlar, çiçekli kırlar, bakanın içini ferahlatan güzel manzaralar yerine dışkı topları görmekteydi. Bütün diyar yumurta sepetini andıran bir dışkı topu meskenine dönmüştü. Dışkı ile birlikte gelen kötü kokular da bu tahammül sınırlarını aşan manzaranın sabrı taşıran son damlasıydı.

Kral Kargu Lampa, Hexapodalıların lideri Gargu ile görüşmek istedi. Elçiler gönderdi. Uzlaşı ve siyaset ile soruna bir çözüm arama peşindeydi. Lakin batıdan gelen bu barbar bok böcekleri ne siyaset ile sorun çözebilecek kadar zeki varlıklardı; ne de böyle bir niyetleri vardı.

Kral Kargu Lampa sorunun siyasetle çözülemeyeceğine kanaat getirince insan diyarından yardım istemeyi uygun buldu. Lakin burada da bu sorunu çözmeye gönüllü olarak yardım edecek bir insan bulmak gerekti. Gökdöğen diyarını bilecek, kapılarından geçecek ve bu diyarın varlığını ömrünün sonuna kadar saklayacak. Böyle güvenilir bir insan bulmak yıllar sürebilirdi. Ama başka çare de yoktu. Kargu Lampa en güvendiği iki hizmetkarı Narıhar ve Eflari ile birlikte saray büyücüsü Çayiçi’yi huzuruna istedi. Hizmetkarlar ve büyücü huzura geldiğinde kralın üst kademe yönetiminin hepsi kurultay alanındaydı. Gökdöğen diyarının en yüksek dağı olan Oronhur Dağının yalçın kayalıklarına oyulmuş sarayın en geniş salonu olan bu kurultay salonu sadece diyarın kaderini ilgilendiren hadiseler tartışılacağında kullanılırdı. Narıhar ve Eflari buraya çağırılmış olmalarına dahi inanamıyorlardı. Kargu Lampa sözü uzatmadı. “Kurultay kararını verdi. Hexapodalı Bok böceklerini diyarımızdan kovmak için insan aklına ihtiyacımız var. Narıhar ve Eflari, siz bu insanı bulup getirmekle görevlisiniz. Gözcülerimiz Dokuz Devran diyarında iki insanın bir yolculuğa başladığını haber verdi. Bu insanlar belki bize yardım edebilir. Lakin önce güvenilir insanlar olduklarını, kapılarımızı ve diyarımızı öğrendiklerinde bu sırrı gönül rızası ile saklayacaklarını kendi usullerimizle doğrulamalıyız. Sonrasında bu insanların kendi rızaları ile bize yardım etlemerini sağlamalıyız. Çayiçi sizinle diyarın güney kapısına kadar gelecek; sonrasında sizi insan diyarındaki yusufçukların boyuna getirecek bir büyü yapacak. -Çayiçi kralının lafının arasına girmeden başı ile onayladı. Koyu kahverengi sözlerinde itaaten başka bir duygunun parıltısı yoktu.- Dokuz Devran diyarında fazla zamanınız olmayacak. Gözcülerimizin diyarın dere yusufçuklarından aldığı bilgiye göre insanlar bir kano taşıyor ve nehre doğru yol alıyorlar. Nehir boyu uçarak insanları bulun ve bir süre davranışlarını gözlemleyin. Eğer güvenilir olduklarına kanaat ederseniz karşılarına çıkın ve durumumuzu anlatarak ricamızı iletin. Vakit yok, ailelerinize haber verin ve hemen yola çıkın. Ulu Yusufçuk yardımcınız olsun.” Kral Kargu Lampa sözünü bitirince kurultay divanının önünde, üstünde durdukları kamış benzeri dikitin ucunda duran Narıhar ve Eflari dikitin tepesine iyice tırmanıp başlarını eğerek saygılarını sundular. Kanatlarını titreştirip çıkarttıkları vızıltı ise huzurdan ayrılmak için istedikleri müsadenin işaretiydi.

Güney kapısına geldiklerinde Çayiçi, Narıhar ve Eflari’nin üstünde bir daire çizmeye başladı. Bir süre sonra kanatlarının altında kahverengi bir duman ile kaşık bir toz yayılmaya başladı. Narıhar ve Eflari bu toz-dumanın içinden çıktığında minik bir yusufçuk halindeydiler. Çayiçi tozun bir kısmını bir keseye koydu ve keseye Narıhar ve Eflari’nin anlamadığı bazı kelimeler fısıldadı. Kese önce küçüldü sonra bir anda iki tane oldu. Çayiçi, bu keselei Eflari’ye uzattı. Çayiçi “geri dönmek istediğinizde keseleri açın ve tozu havaya serpin. Tozun içine daldığınızda tekrar kendi boyutunuza döneceksiniz. Böylece insanları ikna ederseniz hem onları taşıyabilir hem de Gökdöğen kapılarına daha tez varabilirsiniz.” Bu konuyu netleştirince Çayiçi bir kese daha uzattı Eflari’ye “bu kesedeki toz insanlar ile aranızdaki iletişimi mümkün kılar. Bu tozu insanın üstüne üflerseniz artık onlar sizin konuştuğunuzu siz de oların konuştuklarını anlarsınız. Narıhar ve Eflari son talimatları da Çayiçi’den aldıktan sonra kapıdan çıkıp insanların yaşadığı Dokuz Devran diyarına geçtiler.

Nehir boyu uçarak kano taşıyan insanları aramaya başladılar. Bu boyutlarda uçmak hiç kolay değildi. Normal şartlarda birkaç dakika içinde alabilecekleri yolu almaları için saatlerce kanat çırpmaları gerekti.

Günlerce yol alıp bütün nehri kat ettiler. O kadar yol gitmişlerdi ki nehir artık küçük bir dere halini almıştı. Ama insanlardan halen bir iz yoktu. Yedi gün süren bir yağmurdan sakınmak için verdikleri molanın ardından, bir kovukta saklanan iki insan gördüler. Yanlarında bir kano vardı. Sonunda Narıhar ve Eflari aradıkları kurtarıcılarını bulmuşlardı. Ama Kral Kargu Lampa’nın talimatı açıktı önce insanların güvenilir olup olmadığını anlamaları gerekiyordu. Bu sebeple uzaktan takip etmeye başladılar. İnsanlar gündüzleri yol alıp geceleri mola veriyordu. Akıntılar güçlenip su kanoyu taşıyacak ivmeyi kazanınca kano ile yol almaya başladılar. Atlattıkları küçük tehlikeler aralarında sağlam bir bağ olduğunu kanıtlıyordu. Ama daha henüz güvenilir olduklarına dair net bir emare yoktu. Takibe devam ettiler. İnsanların yüksek bir su akıntısına gelmeden yaşadıkları felaket Gökdöğen diyarının son umudunun da yok oluşu niteliğindeydi. Ama erkek olanın son anda kadını kurtarması ve kendini feda etmesi derin bir nefes almalarına sebep oldu. Narıhar, Eflari’ye kadını takipte kalmasını söyleyerek erkeğin arkasından takibe devam etti. Bir müddet sonra suyun düştüğü uçurumdan yuları uçarak Eflari’yi buldu ve erkeğin de kurtulduğunu fakat yaralandığını söyledi. Kadını bir şekilde erkeğe götürmeleri gerekiyordu. Ama kadının tek yaptığı ise yas tutup göz yaşı dökmekti. Gece, yarı uyur yarı uyanık hayal alemine geçerken kulağına varıp zihininde beliren bir düşünceymiş gibi “devam et” dediler kadına. Sabah olduğunda kadın kalktı ve yola devam etti. Öğleden sonra erkeği bulsa da aynı tarafta buluşmaları için sabahı beklemek zorundaydılar.

Takip eden zamanda kadın ve erkek bir değirmene sığındılar. Burada erkeğin kırıklarının şifalanmasını beklemeye başladılar. Narıhar ve Eflari buraya kadar yaşananlardan insanların iyi kalpli güvenilir insanlar olduğuna emin olmuşlardı. Erkeğin kadını kurtarmak için kendisini feda etmesi. Kadının erkeği kurtarmak için gösterdiği çaba. Güvenilmez, kötü niyetli insanların yapabileceği şeyler değildi. Değirmenden ayrılmadan insanların karşısına çıkıp durumu anlatarak yardım istemeye karar verdiler. Narıhar erkeğe, Eflari de kadına gözükecekti.

Narıhar, adamın istirahat ettiği odanın penceresinin önündeki bir kamışa konmuş uygun bir zaman kollamaktaydı. Ama iletişim tozu da Eflari’deydi. O gelmeden istese de ilk hamleyi yapamazdı. Narıhar pencerenin önünde tünerken Eflari kendi butunda, sırtında kadınla çıkageldi. Adamın güzleri fal taşı gibi açılmış şaşkınlıktan dilini yutmak üzere gibi gözüküyordu. Eflari ikinci kesedeki tozu Narıhar’ın üzerine serpti; Narıhar kendi devasa boyutuna büründü. Ve Eflari kadının, sırtından inmesi için iskeleye kondu. “Narıhar, Bahriye ile tanışın” dedi. Bahriye tanışma merasiminden sonra içiri girdi. Dışarı geri döndüğünde yanında, yüzündeki ölü görmüş ifadesiyle adam da vardı. Bahriye “siz de Kalfa ile tanışın” dedi. Kalfa da dev yusufçukların konuşmalarını anlayabiliyordu. Narıhar ve Eflari hızlıca diyarlarının başına gelenleri ve Hexapodalıları anlatı. Sorunun tek çaresinin insan aklı olduğunu ve yardımlarını istemek için geldiklerini söylediler. Kalfa ve Bahriye’nin düşünmesi gereken çok fazla detay yoktu. Kendilerinden yardın istenmişti ve yardım edilecekti. Henüz nasıl edeceklerini bilmeseler de.

Kalfa, kırık kaburgasına aldırmadan Narıhar’ın sırtına tırmandı, Bahriye’de zaten Eflari ile bir arkadaşlık bağı kurmuştu çoktan. Dörtlü doğruca Gökdöğen diyarının kapılarına uçtu. Oronhur Dağına vardıklarında Kalfa’nın ağrısı dayanılmaz bir sızı halini almıştı. Saray şifacısı Mingüş, Kalfa’ya bir derman içirdi ve saniyeler içinde Kalfa’nın bütün acısı dindi. Sanki kemikleri hiç kırılmamış gibi sapa sağlamdı.

Kalfa ve Bahriye Kral Kargu Lampa’nın huzuruna çıktılar. İhtiyar kralın renklerinden ve ışığından etkilenmemek elde değildi. İstişare edip, kendilerinden tam olarak nasıl bir yardım istendiğini anlamak isiyorlardı. Zira sorunu zaten Gökdöğen diyarına girdikleri andan itibaren çok aleni görmüşlerdi. Diyar bir bok deryasını andırıyordu. Kral yaşananları ve mağduriyetlerini tekrar anlattı. Durumun vahametini ve Gökdöğen diyarı için ifade ettiği kritik anlamı bir kere daha vurguladı. Sorun çok netti. Hexapodalıların Gökdöğen diyarından gönderilmesi ve istilanın sonlandırılması gerekiyordu. Yusufçuklar savaşçı ve istilacı böcekler değildi. Aksine karşı taraftaki istilacı bok böcekleri zırhlı bir tank gibiydi. Bu durumda fiziksel bir mücadeleden bahis açılamazdı. Kalfa ve Bahriye biraz düşünüp arlarında fikir alış-verişi yapmak için müsade istediler.

Narıhar ve Eflari’nin sırtında bütün Gökdöğen diyarını dolaşıp coğrafyayı incelediler. Burası hep baharda yaşayan bir diyardı. İstilanın sebebi de buydu. Bok böceklerinin üremesi için uygun iklim şartları mevcuttu. Kalfa, Hexapodalıların dışkıyı nereden getirdiğini sordu. Narıhar, “başka bir diyardan taşıyorlar” diye cevapladı. Bu diyar ile bağı kesmek etkili bir yöntem olabilirdi ama artık bu yöntem için çok geçti. Hexapodalılar zaten ihtiyaçları olan bütün dışkıyı taşımıştı. Keşif bitti ve tekrar Oronhur Dağına geri döndüler.

Bahriye’nin bir fikri vardı. Fakat işlevsel bir plana dönüşüp dönüşmeyeceğini anlamak için krala sorması gereken sorular vardı. Eflari, Kral Kargu Lampa’nın huzuruna çıkarak izahat verdi. Kral kurultayın tekrar toplanmasına karar verdi. Kısa süre sonra sarayın bütün üst kademesi, Çayiçi ve yusufçuk binicileri ile yusufçukları kurultay salonundaydı. Bahriye hemen söze girdi. “Sayın kral bu diyarın yabancısı olduğumuz için sizden almamız gereken bilgiler var. Diyarınızda kaç mevsim yaşanır? Kötü hava şartları oluşur mu? Soğuk havalar ne kadar sürer?”

“Bu diyarda hep bahar havası vardır. Hava sıcaklıkları bütün yıl şimdi olduğu seviyede seyreder. Burada soğuk diye bir şey yoktur” diye cevapladı Kargu Lampa.

Bahriye diğer sorusunu yöneltti. “Eflari ve Narıhar bizden yardım istemeye geldiğinde sisi andıran bir toz bulutu yapmışlardı. Bunun daha büyüğünü ve daha uzun süre kalanını yapabilir misiniz?”

Kargu Lampa, Çayiçi’ye döndü, “yapabilir miyiz Çayiçi?” dedi.

Çayiçi bir müddet düşündü. Sonra başıyla onay vererek “mümkün” dedi.

Bahriye duymak istediği onayı alınca anlatmaya başladı. “Belli ki bu canlılar buraya üremeye uygun bir coğrafya olduğu için gelmişler. Davranışlarından anlaşılıyor ki yaptıkları tek şey larvalarını bırakmak için gerekli şartları oluşturmak. Eğer onların, burasının iklim olarak uygun bir yer olmadığına inanmalarını sağlarsak, burada kalmaları için de bir neden kalmaz.”

Bu dahiyane fikir Kral Kargu Lampa’nın gözlerinin parlamasına sebep oldu. Kral, fikri tek kelimeyle dahiyane bulmuştu. “Peki Hexapodalıları burasının ikliminin üreme için uygun olmadığına nasıl ikna edeceğiz?”

“Yapay bulutlarla büyün diyarın semasını kaplayarak yağmur yağacakmış gibi bir ortam hazırlayacağız. Ama sadece bu yeterli olur mu ondan emin değilim” dedi Bahriye. Bunu söylerken Kalfa’ya dönmüştü.

Kalfa, Bahriye’nin sözünün bittiğini ve planının bu aşamadan sonra tıkandığını hissedince söze karıştı; “vesvese” dedi. “Biz insanların en kolay yaptığı şey.”

Kral anlamayan gözlerle Kalfa’ya bakıyordu. Kalfa devam etti. “Bahriye’nin tespiti ve yalancı yağmur planı mükemmel. Bu planı biraz daha kusursuz bir hale getirmek için bir vesvese yayacağız ve bok böceklerinin arasında fitne çıkartacağız. Büyük bir yağmurun gelmekte olduğunu, bütün diyarı sel kaplayacağını, oluşacak tufanla belki de diyarın aylarca solar altında kalacağını yaygara edeceğiz.”

“Peki ya vesveseye inansalar da, yağmuru bekleyip yağmayınca kalmaya devam ederlerse?” Kargu Lampa planı her ne kadar kusursuz bulsa da olumsuz taraftan bakıp bir soru sormak istemişti.

Kalfa devam etti. “Haklısınız, eğer vesvese doğrudan bok böceklerinin kulağına fısıldanırsa, ne kadar barbar ve aklı kıt yaratıklar olsa da hileyi sezip, harekete geçmeden önce biraz beklemek ve durumu görmek isteyebilirler…”

Kral Kargu Lampa’dan sonra kurultayın ikinci en yetkilisi Vezir Garguda ilk defa söze karıştı; önce kendisini tanıtarak, “Öncelikle burda olmanızdan ve yardım talebimizi geri çevirmemenizden duyduğum memnuniyeti ve minneti belirmek isterim; Sevgili Bahriye, sevgili Kalfa. Ben Vezir Garguda. Aklıma takılan bir soruyu sormama müsade edin. Hexapodalılar neden yağmur yağma ihtimalinden kaçmak istesin?”

“Memnun olduk Garguda” diyerek söze başladı Bahriye. Siz de bilirsiniz ki doğanın bir döngüsü vardır. Bu döngü bir saat içerir. Her canlı saati geldiğinde o evrenin gereğini yapmakla yükümlüdür. Bizim dünyamızda bir düşünür ‘Gen bencildir!’ der. Canlıların içsel dürtüleri bilinçlerinden daha güçlüdür. Savaş zamanlarında hayatta kalmak, karınını doyurmak ve üremek. Bu üç temel ihtiyaç canlılığın temelini oluşturur. Burada Hexapadalılar…”

Garguda, “Hexapodalılar” diyerek düzeltti.

Bu düzeltme karşısında Bahriye, Kalfa gibi Bok Böcekleri ifadesini kullamadığı için kendi içinde onu tebessüm ettiren bir serzeniş yaşadı. Ve devam etti.“…Hexapodalılar burada bir savaş ortamı görmüyor, çünkü sizi bir tehlike olarak tanımlamıyorlar. Karınları da zaten tok. Diyarın her tarafını yiyecek stoklarıyla doldurmuşlar. Burada onları tedirgin edebilecek tek kriter üreme için gerekli şartların olmaması ihtimali. Biz de yağmur vesvesesiyle bu ihtimali körükleyeceğiz.” Bahriye, son cümlesinde ‘vesvese’ kelimesini özellikle seçmişti. Kalfa’nın bulduğu bu kelime olması gerekin tam anlamıyla anlatıyordu. Burada Kalfa ile çok güzel bir takım olduklarını hissedip kendileriyle gurur duydu. Ve sözünün yarım kaldığını anımsayarak, son sözün söylediğini belirten bir tavırla sözü tekrar Kalfa’ya bıraktı.

“Bu konuda başka sorunuz yoksa devam edeyim…” kimseden ses çıkmayınca devam etti Kalfa. “Çayiçi bütün diyarı kara bulutlarla kaplayınca bir seferberlik başlayacak. Büyük bir tufanın yaklaştığı ve diyarda yaşayan tüm canlıların yüksek yerlere taşınması gerektiğini ilan edip tellallar bağırtılacak. Burada dikkat edilecek şey bok böcekleri yokmuş gibi davranılacak. Sanki çok büyük bir sorun gelmete ve kimse artık bok böceklerini umursamıyor gibi. Aşağı yerleşimler gerçekten yukarılara taşınacak. Hiç bir şey -miş gibi olmayacak. Gece gündüz herkes en yoğun tempoda devam edecek. Çayiçi, ilk günler gök yüzünü çok fazla kapatmayacak. Gök yüzünün kararması gün geçtikçe kademeli olarak artacak. Bu da bok böceklerinin gerçekten büyük bir tufan geleceğine inanmasına yol açacak. Son bok böceği diyarı terk edip kapılar kapatılana kadar herkes canhıraş çalışacak.”

Kral Kargu Lampa karşısında duran iki insana saygıyla ve halkı adına, büyük bir minnet duyarak baktı. “Plan kelimesi kelimesine uygulanacak. Bütün kurultaya emrimdir. Kapılar kapanana kadar Bahriye ve Kalfa’nın ağzından çıkan her söz bilakis benim emrimdir. Bu bütün yusufçuklara duyurulsun.”

Her şey planlandığı gibi ilerledi. Sahte Tufan Operasyonu diye adlandırdıkları plan üçüncü gününde bok böceklerinin arasında başlayan bir kargaşa ile ilk meyvesini verdi. Bundan iki gün sonra Çayiçi’nin kara bulutları semayı iyice kaplamaya başlayınca ilk bok böceği kafilesi dışkı toplarını yuvarlayarak Gökdöğen diyarını terk etti. Sekizinci günde diyarı terk eden son bok böceğiyle plan başarılı bir şekilde tamamlanmış oldu.

Güney kapılarında, Kral Kargu Lampa ve diyarın bütün yusufçukları Kafa ve Bahriye’yi uğurlamak için toplanmıştı. Narıhar ve Eflari duygusal anlar yaşamaktaydı. Beraber geçirdikleri zamanda aralarında kurdukları dostluk ve diyarlarını kurtardıkları için yusufçukların duydukları minnet çok güçlüydü. Kalfa ve Bahriye’yi tanıştıkları değirmene bırakma görevi kral tarafından gene onlara verilmişti. Bu görevi bir onur olarak kabul edip gurur duymaktaydılar. Ama vedalaşma burada olacağından duygusal anlar da buraya kamıştı.

Kral veda ve teşekkür konuşmasına başlamadan önce Garguda’ya işaret etti.

İşaretle öne çıkan Garguda elinde tuttuğu gül buketini Bahriye’ye uzattı. “Sizi buraya getiren dostlarımız Eflari ve Narıhar’ı hatırlamanız için buketi Gökdöğen diyarının en güzelleri olan, eflatun ve turuncu çardak güllerinden hazırlattık.”

Çiçek sunumun ardından kral sözü aldı. “Sevgili Bahriye, Sevgili Kalfa; minnet ve şükranlarımızı daha önce de defalarca sunmuş olmamıza rağmen bir kez daha teşekkür etmekte fayda görüyorum. Sizlerin aklı sayesinde bügün diyarımızda gene huzur ve mutluluk içindeyiz. Sorunun kimseye zarar vermeden, siyaset ile çözülmüş olması bizi ayrıca mutlu etti. Bunun için ayrıca teşekkür ederiz. Bilmenizi isterim ki siz de artık bu diyarın sakinleri ve yaşam hakkı sahiplerisiniz. Gökdöğen diyarı yusufçukların olduğu kadar sizindir de. Ne zaman isterseniz gelebilirsiniz. Ayrıca diyarımızın sırrını saklamayı kabul ettiğiniz için sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.”

Kral sözünü bitirince Kalfa ve Bahriye kısaca teşekkürü kabul ettikten sonra herkesle vedalaşıp Gökdöğen diyarını geldikleri gibi terk ettiler.