Rana

Işığı arayan Samsa'nın Samtaret ormanlarında bulduğu aşkı kaybedişinin hikayesi.

HIKAYE

Ersin Niyaz

3/12/20255 min read

Kaff Dağının ardındaki Samtaret Ormanında yaşayan Tanrıça Rana, dünya kurulduğundan bugüne bu ormanda yaşar ve ormanın ışığına hükmedermiş. Bu ormanda yaşayan her canlı toprağa ve suya muhtaç olduğu kadar ışığa da muhtaçmış. İşte tam da bu sebepten Rana bu ormanda ışığa hükmettiği için ormanın en büyük, en saygın varlığıymış.

Dünyadaki insanların hiç bilmediği bu diyar bir kenarda dursun, başka bir diyarda da Samsa adında, ışığa en az Rana kadar aşık bir doğa fotoğrafçısı varmış. Samsa’nın bütün tutkusu her zaman yanında taşıdığı fotoğraf makinası ile ışığı yakalamak ve ölümsüzleştirmekmiş. Bu Samsa için öyle büyük bir tutkuymuş ki günü ışıkla başlar ışıkla bitermiş. Yılın sadece iki günü ışık alan kadim tapınaklardan, ışığın ölümsüzlük getirdiği dikili taşlara, ebem kuşağına yansıyan yedi ışıktan kuzey ışıklarına… Samsa’nın tek tutkusu ışıkmış.

Samsa bu tutkusunun peşinden kendi diyarında köşe bucak dolaşıp deklanşörüyle ışığı avladığı bir zamanda gün batımına yakın, sarının doygun bir tonundan eflatuna dalgalanan ufku fotoğraflamak için gerekli düzeneğini kurmuş, önündeki kumsaldan denizi seyrederek artık bakınca insanın gözünü yakmayan kızıl topun ufka temas etmesini beklemekteymiş. Samsa gün ufuk çizgisine temas etmeye yüz tuttuğunda vizörden ışığı kontrol etmek için baktığında çıplak gözle göremediği bir ışık kırılmasını fark etmiş. Diyafram ile biraz oynayınca kırılma iyice netleşmiş ve bir merdiven halini almış. Samsa şaşkın vizördeki ufka doğru uzanan merdiveni izlerken ışığın bu tür bir yanılsamaya sebep olabileceğini bilmediği için kendisine hayıflanmış. Oysa o, kendisinin ışığa dair her şeyi bildiğini sanırmış. Sonra başını kaldırmış ve çıplak gözle merdivenin olduğu yere bakmış. Koskocaman bir boşluk. Vizörden baktığında ise bir merdiven. Yarı bilinçli bir şekilde fotoğraf makinasını sabitte durduğu üç ayaktan çıkartmış ve vizörden bakarak merdivene doğru yürümüş. İlk basamağa geldiğinde yaptığı şeyin dışarıdan bakınca ne kadar aptalca gözüktüğünün bilinciyle gülümsese de adımını, ayağının ucuyla yeri yoklar gibi ilk basamağa atmayı denemiş. Ayağının olması gerektiği gibi boşluğu yoklayıp yere inmesini umarken merdivenin basamağına basmış. İkinci ayağının da basamağa basınca yerden yüksekte, havada asılı durmaktaymış. Şaşkın şaşkın öylece dururken havada asılı durduğunu çıplak gözle görüp; hatta bu anı da fotoğraflamak için gözünü vizörden ayırmış. Ayırmasıyla yere düşmesi bir olmuş. Sonra tekrar başa dönmüş ve vizörden merdivene bakmış, bu sefer iki basamak çıkmış. Gözünü vizörden ayırınca tekrar yere düşmüş. Artık emin olmuş ki bu merdiven sadece vizörden bakınca var. “Acaba nereye gidiyor bu merdiven?” diye düşünmüş. Bu soru bir anda öyle büyük bir meraka dönüşmüş ki bildiği bütün dürtülerden daha kuvvetli bir şekilde Samsa’yı merdiveni yürümek için teşvik etmeye başlamış.

Samsa vizörden bakarak merdivende yürümeye başlamış. Yürüdükçe yükseliyor, yükseldikçe batmakta olan gün batamıyormuş. Saatler süren gün batımı eşliğindeki yol bittiğinde Samsa kendisini Kaff dağının hâkim bir tepesinde bulmuş. Yere bastığını hissetmesine karşın halen vizörden bakıyor ve çıplak gözle ortamı gözlemlemeye korkuyormuş. Ama kollarının saatlerdir fotoğraf makinasını yukarıda tutmasından kaynaklı kramplar dayanılmaz hale gelince mecbur kollarını indirmiş. Çıplak gözle gördüğü manzara vizördekinden kat kat daha güzel gözükmüş. Dağın eteklerinden başlayan Samtaret ormanlarının insan zihnini algılayabileceğinden çok daha fazla rengi bünyesinde barındırdığı çok aşikârmış. Bu güzelliği anlamak için görmeye gerek de yokmuş. Samsa ormanın renklerine hissettiği ilgi karşısında çaresiz kalmış. Bu ihtişamlı renk cümbüşünü daha yakından görmek için yokuş aşağı yuvarlanan bir kaya misali tepeden ormana doğru inmiş. Ormana girdiğinde ağaçların yaprakları arasından sızan ışık hüzmeleri, yerdeki otlardaki çiğ damlalarındaki kristal parlaklığı ve ışığa dair tüm detaylar. Cennette olduğuna inanıp öldüğünü düşünmeye başlamış Samsa.

Rana ormanındaki bu davetsiz misafiri gördüğünde önce destursuz geldiği için öfkelense de sonra Samsa’yı biraz göz hapsine alınca ışığına ve ormanına duyduğu saygıyı ve aşkı hissetmiş. O sebeple destursuz gelişine müsamaha göstermeye karar vermiş. Rana, misafirini kör etmemek için kendi parıltısını saklayarak karşısına çıkmaya karar vermiş.

Samsa şapşal bir aşık gibi içine düştüğü diyarın güzelliğini seyrederken aniden karşısında beliren Rana’yı görmüş. Görüş o görüş; Rana parıltısını saklasa neye yarar, Samsa’nın gönlüne düşen aşk ateşinin parıltısı en az ormanın ışığı kadar canlı şavkımış.

Tanrıça Rana’da bu ölümlü faninin arı duru saf kalbini görünce bir ölümlünün bu kadar temiz olabilmesine hayret etmiş. Ve Samsa’nın kalbinde tutuşan har onu da sarmış. Gel gelelim ölümsüzlerin kanununda bir ölümlü ile gönül bağı kurmak ilk yasak olduğundan Rana’nın ve Samsa’nın kaderi yeniden yazılmış.

Samsa gözüne ilişen her güzeli bir fotoğraf ile ölümsüzleştirmeyi kendisine görev bildiğinden gördüğü güzelliklerin en güzeli olan Rana’yı da bir fotoğrafta ölümsüzleştirmek istemiş. Oysa Rana’nın zaten ölümsüz olduğunu bilse ve bu işe hiç kalkışmasa kaderlerine eklenen bu kara yazı hiç hayat bulmayacakmış. Samsa deklanşöre basar basmaz bir flaş patlamış ve bu flaş ile Rana ortadan kaybolmuş ve Samtaret'e sonsuz, ıssız bir karanlık çökmüş.

Tanrılar Tanrısı, bir faniye gönül veren Rana’yı böyle cezalandırmış. Onu aşığının fotoğraf makinasında sensöre hapsetmiş. Samsa’nın elindeyse sadece bir kare fotoğraf kalmış.

Samsa ertesi sabah uyandığında bütün yaşananlar zihninde Rana’nın ışığı kadar berrakmış. Her detayı en ince ayrıntısına kadar hatırlıyormuş. Bir rüyanın bu kadar net hatırda kalıcı olması ve içinde halen rüyasında gördüğü kadına duyduğu aşkı hissetmesi Samsa’ya tarifi zor bir duygu yaşatmaktaymış. Rüyasını düşünürken yataktan doğrulmuş ve istemsizce fotoğraf makinasına uzanmış. Fotoğraf makinasının ekranında gördüğü karşısında dona kalmış. Rana bütün ihtişamı ve güzelliğinin ışığıyla fotoğrafta Samsa’ya bakmaktaymış.

Samsa ömrünün geri kalanını gün batımlarında Rana’sına giden merdiveni aramakla geçirmiş. Rana ise sensörün için hapis; oradan oraya Samsa ile gezmekteymiş. Esaretini yaşadığı sensörde Samsa’nın çektiği her fotoğrafa kendi ışığını katmakta, fotoğraflara yeni pikseller eklemekte ve sevgilisine olan aşkını ona böyle anlatmaya çalışmaktaymış. Bu fotoğraflar Samsa’yı yaşadığı zamanın en tanınan, en yetenekli fotoğraf sanatçısı haline getirmiş. Oysa Samsa’nın tek derdi yüreğini aydınlatacak ışığın kadınını bulmakmış.

Yıllar sonra Samsa hasta yatağında son nefesini beklerken fotoğraf makinasının flaşı bir kere daha patlamış ve Rana mahrumiyetten kurtulmuş. Samsa ise son nefesini flaş ile teslim ettiğinden aşığının biten esaretini hiç bilmeyecekmiş.