Yafur
SÜVEYDA
Ersin Niyaz
12/2/20246 min read


Sabah Kalina’dan gelen mesaj ile tam teyakkuz haline geçildi. “Su geldi, doktor doğumun başladığını söyledi. Ama acele etmene gerek yok söylediğine göre en az daha iki saat varmış” gecesinde gördüğü rüya Mustafa’ya zaten gerekli mesajı vermişti. Evet, bazıları tarafından batıl bulunabilecek böyle bir inancı vardı Mustafa’nın. O rüyaların bazılarının sadece rüya olmadığına inanırdı. Bu hikâyede onlardan iki tanesi kendilerine yer bulacak. İlki sabahında Kalina’nın “doğum başladı” dediği gece gördüğü; rüyada tek gördüğü küçük bir ceylan yavrusunun durgun bir su kenarında su içtiğiydi. Lakin su o kadar berrak ve temizdi ki yafurun sudaki silueti kendisinden daha berrak ve net gözüküyordu. Kalina’nın mesajından sonra onu aramadan ilk yaptığı yafurun neye delalet olduğuna bakmak oldu. Ceylan Mustafa’nın durumumda sadece çocuktu, yafur olmasını da tamamen kızıyla ilgiliydi. Kızını temiz bir su kenarında, su içerken görmek onları bekleyen zamana karşı olan tüm endişelerini bastırmaya yardımcı olmuştu. O rüyayı görmek Mustafa’yı son derece rahatlatmıştı. Kalina’yı aradığında, Kalina birazdan doğum odasına alınacağını ve telefonu yanına alıp alamayacağını bilmediğini söyledi. Zaten önceden hazır olan gerekebilecek eşyaları alıp Doris ile yola çıktı Mustafa. Hastaneye ulaşmaları yaklaşık bir saat sürmüştü. Hastane girişindeki resepsiyondan Kalina’nın doğumhaneye alındığını bilgisini ve doğumhanenin yerini öğrendiler. Doğumhaneye ulaştıklarında içeriye sadece bir kişinin alınabileceğini söylendi. Önce Mustafa girip kısa bir süre Kalina’yı gördü. Beyaz bir önlük ile sağı solu paravanlarla kapatılmış geniş bir odada beklemekteydi. Daha sonra bu odanın sancı odası olarak adlandırıldığını ve doğumdan önce burada sancıların olgunlaşmasının beklendiğini öğrendi. Doris'in endişesini yolda gelirken uzun uzun gözlemlediğinden kısa sürede çıkıp kızını görüp rahatlamasını istedi. Yaklaşık yirmi dakika sonra annesi geldi ve Mustafa tekrar Kalina’nın yanına döndü.
Kalina’nın omzundan sırtına doğru giden bir serum hortumu vardı. Bu hortumla bel zincirindeki disklerin arasından sürekli uyuşturucu veriliyordu. Sık sık gelen ve uyuşturucuya rağmen yüzünün ekşimesine sebep olan sancı ataklarına bu sayede dayanabiliyordu. Yatağının yanında duran makinada bazı rakamlar kırk ile yüz arasında sürekli değişiyordu. Bu rakamlar sancının şiddetini gösteren rakamlardı, doktorun söylediğine göre herhangi bir uyuşturucu olmadan bu sancıya maruz kalınırsa atmış üstünde insan acıdan bayılırmış. Her ne kadar uyuşmuş bir beden olsa da içerde o sancıdan ötürü oluşan yırtılma hissini Kalina’nın suratında görebiliyordu Mustafa ve tek yapabildiği hijyen kuralları gereği giydirilen yeşil önlüğün içinde oturup Kalina’nın elini tutabilmekti. Onlara söylenen burada birkaç saat kalacaklarıydı ama öğlen olmasına rağmen kontrole gelen doktorlar hala beklemeleri gerektiğini söylüyordu. Burada beklemenin sebebi doğum kanalının yeterli genişliğe ulaşması idi ama nedense bu onların durumunda bu çok yavaş gelişiyordu. Belki de Mustafa o rüyayı bu yüzden görmüştü. Öğleden sonra olmasına rağmen Mustafa hala sakindi ve Kalina’ya her şeyin yolunda gideceğini telkin ediyordu. Ama geçen zamanda Kalina’ya ve kendi annesine olan saygısı katlanarak artıyordu.
Kalina karşısında acı içince onun çocuğunu dünyaya getirmek için gerçek anlamıyla kendini parçalıyordu, oysa sadece bekliyordu. O uzun günde Kalina’yı izlerken annesiyle empati yapmak için bolca vakti oldu. Hiç yardım almadan onu dünyaya getirmesi inanılacak bir gerçek değildi. Bu sadece mucize ile açıklanabilirdi.
Doktor her kontrolden sonra sezaryen seçeneğini Kalina’ya hatırlatıyordu, lakin o sadece kızları doğum esnasında anne rahmindeki sağlıklı bakterilerle buluşsun ve güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olsun diye çektiği ıstıraba katlanmayı tercih ediyordu. Bu fedakarlığı sadece anne olan yapabilirdi. Kalina “Hayır bekleyelim” dedikçe Mustafa onu hak etmek için nasıl bir iyilik yaptığını merak ediyordu. Evet, bir baba olarak kızına o da en iyisini istiyordu ama annesinin yarım gün boyunca bayılacak seviyelerde acı çekmesi Mustafa’nın dahi isteyeceği bir şey değildi. Mustafa’nın ona orda oluşturduğu minnet şartlar ne olursa olsun hiç bitmeyecek gibiydi. Çünkü kızını dünyadaki her şeyin üstüne koyuyordu ve onun nasıl dünyaya geldiğini gözüyle görmekteydi.
Akşam saat 7:30 civarı Mustafa’ya hiçbir şey söylenmeden Kalina doğum odasına alındı. Mustafa’ya doğum esnasında odada bulunmayı isteyip istemediği soruldu. Tabi ki o kadar acıya tanıklık ettikten sonra karısını orada yalnız bırakamazdı, ki bu zaten daha önceden de planladığı bir şeydi. Oda doğum için kalabalık denebilecek kadar fazla insan barındırıyordu. Arada konuştuklarını anlamasa da gelişebilecek komplike durumlara karşı hazırlık olarak bir doktorun bulunduğunu anlamıştı Mustafa. Onun dışında yeşil önlüklü kadın bir ebe vardı. Tavırlarından ve direktiflerinden odayı domine eden kişinin o olduğu net bir şekilde belliydi. Onunla beyaz önlüklü ve sonradan doğum sonrası oluşacak yarayı dikmek için orada olduğunu anladığı bir cerrah daha vardı. Onun tavırları ise daha çok ‘bitse de gitsek’ tarzındaydı. Bu iki orta yaşlı, tecrübeli kişi dışında iki pembe elbiseli hemşire ve iki genç doktor daha vardı.
Kalina doğumun gerçekleşeceği o sandalye vari yatağa yerleştirildikten sonra o iki genç doktordan birsi Kalina’nın başucuna geçmesini ve elini tutmasını söyledi Mustafa’ya. Mustafa ise gözlerini onun gözlerinden ayırmak istemiyordu. Çünkü Mustafa hala huzurluydu ve her şeyin yolunda gideceğine inancı tamdı. Kalina’nın bunu gözlerinde görebileceğini ve sakin kalabileceğini biliyordu. Ona sadece “Hadi” dedi ve anlından öptü. Başucunda, eli elinde bekledi. O anda o iki genç doktor ellerine bir çarşafı sarmaladılar ve iki uçlarından tutarak Kalina’nın karnının üstüne yerleştirdiler. Ve o yeşil kıyafetli kişinin “Ikın” talimatıyla oda tabiri caizse bir mahşer alanına döndü. Kadın sürekli yüksek sesle Kalina’ya bir şeyler söylüyordu ve o söyledikçe yanlardaki iki doktor çarşaf ile karnına daha çok baskı uyguluyordu.
Her şey birkaç saniye içinde olup bitti. Kızını ebenin kucağında gördüğü o ilk an Mustafa’nın içini kaplayan korku tarifsizdi.
Ağlamadı!
Süveyda ağlamadı. Her ne kadar hareket ettiğini görse de ağlamamış olması Mustafa’nın içini buz gibi soğutmuştu. Pembe üniformalı hemşire alıp içeriye götürdü. O anda Kalina’nın elini nasıl sıktığını fark etti. Ve o an hissettiği bayılmak üzere olduğunu. Yüzündeki ifade sanki vücudunun yarısı kopartılmış gibiydi. Sanki suratında kaza sonrası uzvunu kaybetmiş fakat şoktan acıyı hissetmeyen bir kazazedenin ifadesi vardı. Doktor Mustafa’yı Süveyda’yı aldıkları odaya çağırdığında elini elinden ayırmak zorunda kaldı. Bu uhu ile yapıştırılmış iki sayfayı birbirinden ayrımak gibi bir histi. Konuşmasa da gözleri bırakma diyordu. Ama birisinin de o acıya katlanma sebebini ona getirmesi gerekliydi.
Mustafa odaya geçtiğinde pembe bir havluya sarılmış gördü ay parçasını. Hemşirenin kucağında, koskoca havlunun içinde avuç içi kadar yüzündeki iki çakır gözle dünyaya bakıyordu. Yaklaştığında kucağına almadan önce gözlerine baktı Mustafa. Muhtemelen o zaman daha gözleri gelişimini tamamlamadığından yüzünü göremiyordu ama Mustafa yaklaşınca yüzünün aldığı ifade onu tanıdığını ve orada olmasından mutlu olduğunu gösteriyordu. Sanki bilmediği bir yerden tanıdığın bir mahalleye gelmenin huzuru belirmişti yüzünde. Hemşire onu Mustafa’ya doğru uzatırken ilk defa “baba” olmanın ne olduğunu hissetti Mustafa. Süveyda babasına açık bir şekilde daha birkaç dakikalık olmasına rağmen ilk manifestosunu iletmişti. Mustafa onun güvenli alanıydı ve onu korumak, o alanın daima güvenli kalmasını sağlamakla yükümlüydü.
Kucağına aldığındaysa ilk hissettiği ne kadar küçük olduğuydu. Neredeyse bir avuç kadardı. Dirseğinden eline kadar olan alanı bile doldurmuyordu. “Allah’ım” dedi Mustafa, “bu nasıl büyüyecek.”
Kucağına alıp onu ait olduğu yere, annesinin kucağına götürdü Mustafa. Kalina onları görünce ağlamaklı oldu, gücü olsa belki ağlayacaktı. Annesinin kucağına geldiğinde gözlerini kapattı. Anlaşılıyordu ki Mustafa güvende hissettiği bir mahalleydi belki ama annesi onun için evdi. Onu anlamak hiç zor değildi. Mustafa’nın de bir annesi vardı. O günden sonra kutsallığına kutsallık eklenmiş bir annesi. O yüzden o anda sadece karşısındaki iki insanla gurur duyuyordu. Buraya kadar bir çift olarak gelmişlerdi ve kızlarının kolunda yazan bilekliğe göre 14 Temmuz 2013 saat 19:58’den itibaren bir aile olarak devam edeceklerdi.